ERGİN BİR BÖCEK: LARVA AVCISI
Okumaya başlamak, aklın özgürleşmesine atılan ilk adım. On dokuzuncu yüzyılın ortalarına dek Amerika’da, okumayı hasbelkader öğrenen siyahi kölelere uygulanan acımasız işkencelerin sebebi bu: Şimdi herhangi bir cümleyi okuyabilen birisi, yarın onda özgürlük fikrini doğuracak bir metni neden okumasın? Buradan hareket edecek olursak, yazının icadının baskıcı yöneticilerin keyfini kaçırdığı gibi bir sonuca ulaşmamız kaçınılmaz. Aydınlanan bireyler başlarındaki hükümranı sorgulayabilir, herkesin eşit olduğunu düşünebilir. Ama öyle değil. Kitaplar kontrol edilebildiği sürece okuma eyleminden korkmanın gereği yok. Hatta kitleleri gütmenin en kestirme yolu, onlara güdümlü yazılmış kitaplar vermekten geçer. Önünde bulduğu kitapların mutlak doğruları anlattığına inanan kitleler, baskıcı yönetimlerin her türlü zorbalığına alkış tutmayı sürdürecektir. Şu halde asıl mesele o kitapları kaleme alan yazarları kontrol edebilmek, arzulanan güdümün dışına çıkanları susturmak.
Sudanlı yazar Amir Tag Elsir’in Larva Avcısı romanına böyle geniş cümlelerle giriş yapmayı uygun gördüm. Çünkü Amir Tag’ın baştan sona üstkurmaca etrafında kurulmuş romanının asıl meselesi, Sudan’da yazarlara yönelik baskıya dikkat çekmek. Sert bir dil kullanmıyor elbette. Meselesini ele alırken mizahla harmanlanmış ironiyi tercih ediyor. Öte yandan o mizah ve ironi, romanın sonunda insanın yüzündeki acı kırışıkları daha belirgin hale getiriyor.
Amir Tag Elsir doktor yazarlardan. Tıp eğitimi almış ve Katar’da doktorluk yapıyor. Yazmaya şiirle başlasa da bin dokuz yüz seksenlerde romana yöneliyor. Roman, şiir ve biyografi türlerinde otuz civarı kitabı var. İki bin onda yayınlanan Larva Avcısı romanını Mustafa İsmail Dönmez Türkçeye kazandırmış. Bilgi Yayınevi tarafından yayınlanan romanın Türkçe baskısı yüz kırk iki sayfadan oluşuyor. Romanda olaylar kahraman anlatıcının bakış açısıyla aktarılıyor.
Anlatıcımız Abdullah Harfaş ya da yakınlarının ona taktıkları lakapla Abdullah Farfar bekâr bir polis. Bir operasyon sırasında kaza geçirerek bir bacağını kaybeden Harfaş malulen emekliye ayrılmak zorunda kalır ve zamanını roman yazarak değerlendirmeye karar verir. Sorun şudur ki o güne dek hiç roman okumamıştır. Genelde yazarların ve edebiyat meraklılarının uğrak yeri olan bir kahveye gider. Niyeti, orada karşılaşacağı yazarlardan romanın nasıl yazılacağını öğrenmektir. Roman yazarı A.T. ile yolları bu sayede kesişir. Böylece ortaya, avcının kurbana dönüşeceği bir öğretmen-öğrenci ilişkisi çıkar.
Larva Avcısı hem kurgu poetik bir roman hem de bir meselesi var. Ayrıca avcının kurbana dönüşmesiyle de bir tür dönüşüm romanı. Önce kurgu poetik yönüne değinelim.
Kurgu poetik kavramını ilk kez, Roman Kahramanları dergisinde sekiz sayı süren bir yazı serisinde üst başlık olarak kullanmıştım. Öyle aman aman bir tepkiselliğim olmasa da kanon gibi, seküler gibi, poetik gibi sözcüklerden pek hoşlanmam. Sebebi, bu sözcükleri biraz entelektüel hatta ondan öte artistik buluyor olmam. Ayrıca poetik kavramı şiire yakın durur. Kavramın –kişisel- iddiası şu: Kurguya dayalı metinlerin nasıl yazılması gerektiği üzerine kaleme alınmış metinlerin de kurgu biçiminde sunulması gerekir. Böylece neyin nasıl yapılacağı, işin içine uygulama da girdiğinden gösterilerek anlatılmış olur. Elbette ortaya sürülen düşünceler sınırlı kalacaktır. Öneriler, genel geçer yazma kültürü yerine sadece o metnin yazarının düşüncelerini içerecektir. Ama her durumda, -günümüzün mantar gibi türeyen yaratıcı yazarlık kursları deneyimlerini içeren “Nasıl yazmalı?” sorusu etrafında şekillenmiş fabrikasyon metinlere göre- daha işlevsel olacaktır.
Burada akla iki farklı kavram geliyor: Üst kurmaca ve açık yapıt. Kurgu poetik bir metin, bunlardan hangisine yakındır? Öncelikle, kendim de zaman zaman tercih ettiğimden üst kurmacanın samimi ve dürüst olmadığı inancındayım. Belki divan edebiyatındaki sebebi teliflerde dürüstlük vardır fakat üst kurmaca, okurun intibaında gerçeklik duygusunu arttırmak için başvurulmuş bir teknikten ibarettir. Açık yapıtsa bazen zafiyetleri de ifşa eden dürüst bir tavırdır. Haliyle kurgu poetiki, açık yapıta uzaktan el sallayan bir dost kabul etmek daha doğrudur. Uzaktandır zira açık yapıt, o an okunan metnin nasıl yazıldığı bilgisini açık eder. Kurgu poetikse yazarın salt o metnine değil, genel sanat anlayışına ilişkin ipuçları içerir.
Larva Avcısı, kurgu poetikle üst kurmacanın iç içe olduğu bir roman. Dikkatli bir okur, Harfaş’ın buluştuğu -roman yazarı- A.T.nin, Amir Tag ismine gönderme olduğunu daha en baştan fark edecektir. Konusu, bir hikâye yahut bir roman yazmak olan postmodern metinlerin birçok örneği var zaten. Günümüzde, genellikle de yaratıcı yazarlık kurslarına devam ederek yazmaya başlamış bazı genç yazarlar, “Meğerse aradığım hikâye, benim bir hikâye yazmak için verdiğim uğraşmış” ana fikrine sahip metinler üretiyor. Bu yönüyle Larva Avcısı’nın, kolay bir konunun tekrarı olduğunu söyleyebiliriz. Aslında romanın kurgu poetik tarafı da öyle aman aman orijinal öneriler içermiyor. Ama Amir Tag’ın önerilerinin değerli olması da bu sebepten kaynaklanıyor. Romanın nasıl yazılacağı üç aşağı beş yukarı bellidir nihayetinde, Amir Tag da evrensel yolu takip ettiğini göstermiş oluyor. Tabi Doğu toplumlarına mensup bir roman yazarının kültür ve sosyal yapıdan kaynaklanan farklılıklarına da değiniyor.
Harfaş’la roman yazarı A.T.nin ilk karşılaşmalarında, A.T.’ye hayran genç kız bir soru sorar: “Fakat üstat, bu düşünce aklınıza nasıl geldi?”1 A.T.’nin verdiği cevap, aynı zamanda Amir Tag’ın “Bir romanın konusu nasıl belirlenmeli?” sorusu hakkında düşüncelerini içeriyor. Şöyle der A.T.:
“Olay örgüsünü oluşturan fikirler her zaman her yerde mevcuttur, dostlar! Aslında onlar nefes aldığımız akciğerlerimizde, yediklerimizi sindiren bağırsaklarımızda, yollarda, televizyon reklamlarında, sürahilerde, kedi miyavlamasında, her şeyde var. Ancak yazarlık dünyasında bu fikirlerin çoğu yetenekliler yerine yeteneksizlerin ellerine geçince zayi olup gidiyor.”
Açıkçası Amir Tag’ın temsili karakteri A.T.’nin düşüncelerinin, romandan ziyade hikâyeye yakın olduğu düşüncesindeyim. Zaten Doğu romanları okumaları yaparken Arap romancılığında roman-hikâyeye ayrımının henüz tam anlamıyla belirginleşmediğini fark edebiliyorum. Ya romana has uzun bir konu çok kısa tutuluyor ya da hikâye hacminde olması gereken bir olay gereksiz ayrıntılarla ve ilgisiz başka hikâyelerle genişletiliyor. Ki Larva Avcısı’nda, kurgu roman yazarı A.T.’nin Eva Benim Yatağımda Öldü romanından iki bölümün bulunması da konuyla doğrudan ilgisi olmayan bir hikâyenin hacmi genişletmek için kurguya eklenmesinin örneği. Tabi Amir Tag, o iki bölümü kurgu yazar A.T.’nin yazarlık anlayışını göstermek için değil de Harfaş’ın okurluğunun ampirik tarafını belirgin amacıyla eklediğini söylerse haklıdır. Gerçekten de Harfaş’ın söz konusu kısımları okurken her bir cümlede yazarın kimliğini araması, ampirik okumanın ironik eleştirisi.
Amir Tag, yine A.T.’nin sözcülüğünde, bir yazarın ele aldığı konuyu hissederek yazması gerektiğini söylüyor. Şüphesiz bu da alışılmış bir öneri. Romanlarını yazmak için dilencilik yapıyor A.T., bilerek ve isteyerek hapse düşüyor.2 A.T.’nin son romanının ismi de Larva Avcısı. Konusu da roman yazmak isteyen malulen emekli bir polis. A.T., Harfaş’la kahvede tanışıyor, onunla sık sık bir araya geliyor. Amir Tag’ın burada vermeye çalıştığı yazma önerisi, bir roman yazarının hayata karışması gerektiği. Yazar, toplumun her kesiminden insanlarla konuşmalı, onların hikâyesini dinlemeli; gerçeklerden beslenmeli fakat o gerçeği, tıpkı roman yazarlığına soyunan emekli polis Harfaş örneğinde olduğu gibi, gündelik hayatta karşılaşılması imkânsız bir karaktere dönüştürmeli. Amir Tag bu düşüncesinin sözcülüğünü de Harfaş’a yaptırır: “Aman Allah’ım! Engin bir hayal, bir karakterden sanat eseri yapabiliyor.” Roman, Larva Avcısı ismini de Amir Tag’ın bu düşüncesinden alıyor: A.T.’yle hayli zaman görüştükten sonra Harfaş ilk roman denemesine başlar. Aslında öğretmeninin verdiği dersi çok iyi anlamıştır. Çünkü yasadışı şeylerin gelişeceğini hissettiği bir olayı gözlemler. Gördüklerinden hareketle de roman müsveddesini oluşturur. Fakat müsveddeyi bir yazar gözüyle değil eski bir polis duyarlılığıyla yazar. İkili arasında, söz konusu müsvedde üzerine şöyle bir konuşma geçer:
“Böceklerin gelişim aşamasını biliyor musun Farfar?”
“Unuttum, ilkokulda fen bilgisi dersinde görmüştüm.”
“Hatırlatayım sana… Yumurta önce incecik bir varlık olan larvaya dönüşür. Sonra kozanın içindeki bir pupaya, ardından kozadan çıkar ve ergin bir böcek halini alır. Şimdi hatırladın mı?”
“Evet, evet.”
“Larva ya büyür ya da gelişimini tamamlayamadan ölür. İşin doğrusu bir böcek, larvalarını erken ölümden koruyamaz ama sen yapabilirsin.”
“Anladım, üstat.”
Ne demek istediğini gerçekten anlamıyorum. Roman yazmakla böceklerin gelişim evreleri arasında bir bağ kuramamıştım. Anlamak için dinleyecektim.
“Ben yazmayı böceklerin gelişim evrelerine benzetirim. Sen pupaya dönüşüp ergin hale gelecek bir larva yazmadın. Bu istihbarat raporu zihninden çıkan, ölü doğmuş bir larva. Diğer evreleri görmesini sağlamak için onu geliştir. Şimdi anlıyor musun?”
Amir Tag’ın temsili karakteri A.T. haklıdır. Meseleler, dönemler, algılar, gündelik sorunlar yahut şahidi olunmuş gerçek olaylar… Bir romanın ancak hareket noktası olmalıdır. O hareket noktasına başka ayrıntılarla hayatiyet kazandırılmadığında ortaya çıkan, ancak tek merkezli ve sığ metinler olacaktır. Tabi bu tür tek merkezli metinlerin popülist kültürde alıcısının fazlaca olacağı da doğrudur. Amir Tag sığ metinlerin ilgi görmesini de eleştirir: Harfaş’ın kahveye gittiği ilk gün, A.T.’ye “Fakat üstat, bu düşünce aklınıza nasıl geldi?” sorusunu soran genç kız bir roman yazar ve niteliksiz olduğunu Harfaş’ın bile anladığı bu roman yayınlanır. A.T. Harfaş’a, kendisini onunla kıyaslamaması gerektiğini, onda güzellik avantajı bulunduğunu söyler. Temsili karakter A.T. için sık sık ‘deve suratlı’ ifadesini kullandığına göre, Amir Tag da yazarlık serüveninde fiziksel özellikleri yüzünden haksızlığa uğradığına inanıyor olmalı.
Görüldüğü üzere Larva Avcısı’nın kurgu poetik yönü, roman yazarlığı üzerine genel doğruların bir tekrarı. Bence değerli olması da bu yüzden. Amir Tag günümüzün kimi yazarları gibi roman yazma eyleminden bir mit çıkarma derdinde değil. İşin doğasını anlatıyor sadece, en azından kendi yazarlığının evrensel doğaya uygun yürüdüğünü göstermiş oluyor.
Larva Avcısı’nın meselesine gelince… İşte o kısım, bizim de bir yanımızla bağlı olduğumuz Doğu toplumları açısından hayli trajikomik.
Larva Avcısı’ndan anladığımız kadarıyla, aralarında Sudan’ın da olduğu bazı Doğu toplumlarında edebiyata yönelik baskıcı ve sansürcü anlayış varlığını sürdürüyor. Romanda, toplumun yazarlara yönelik algısı yazar A.T.’yle ilk karşılaşmalarında Harfaş’ın sözcülüğünde verilir: “Yazarlar birileri tarafından tedavi edilmeye ihtiyacı olan ya da kendilerinin ve düşüncelerinin gerçek dünyadan tecrit edildiği bir tımarhaneye konulması gereken deliler olmalıydı.” Zaten Harfaş, polis olarak görev yaptığı sıralar sık sık yazarları takip etmiş, onlar hakkında rapor tutmuştur. Geçmişi yüzünden zaman zaman sıkıntılar da yaşayacaktır. Mesela A.T.’nin Eva Benim Yatağımda Öldü romanını almak için A’laf Kitabevine gittiğinde kitabevinin sahibi R.M. “Onun yazarıyla zorun ne?” sorusunu yöneltecek ve Harfaş’a inanmayacaktır. Harfaş, polisler için kitabevinin ne anlama geldiğini de bu sırada dile getirir: “Bizim için vatan hainlerinin hiç zorlanmadan, caddelerde kovalamadan yakaladığımız bir kapandı.” Okumakla vatan hainliği kavramlarını bir arada kullanıyor Amir Tag’ın kurgu karakteri. İlerleyen sayfalardaysa yöneticilerin algısında doğrudan romanın hainlik sayıldığını ifade ediyor: “Onlara göre roman çoğu kez vatana ihanet içeren lakırdıdan ibaretti. Ben bir vatan haini değildim, sadece yolun başında bir yazardım.”
Siyasi otoritenin tiyatroya yönelik tavrı da Amir Tag’ın eleştirileri arasında. Larva Avcısı’nın alt karakterleri arasında Harfaş’ın halasıyla onun masör kocası da yer alır. Harfaş, ilerde hayatını yazmayı düşündüğünden bu masör enişteyi yakından gözlemler. Masör eniştenin en büyük hayali bir tiyatro oyununda sahneye çıkmaktır. Romanda, oldukça küçük rollerle de olsa bu hayalini iki kez gerçekleştirir. Masör eniştenin rol alabildiği oyunlardan birisi Deneyim Tiyatrosu’ndadır. Harfaş, polislere göre Deneyim Tiyatrosu’nun ne anlama geldiğini şöyle dile getirir:
“Buraya “Deneyim Tiyatrosu” derlerdi. Bense “Yıkım Tiyatrosu” derdim. Emniyet teşkilatımız ne kadar çabalasa da bu tiyatronun yönetmenlerini suçlayacak somut bir delil bulamazdı. Bunlar vatana söver, ülke topraklarını hor görür, serserilik yapar, dillerini çıkarırlar, kimse bir şey anlamazdı.”
Amir Tag’ın ülkesine dair böylesi sert eleştiriler yapabilmesinde muhtemelen, hayatını hâlihazırda Katar’da sürdürüyor olmasının ve geçimini doktorluk mesleğiyle sağlamasının katkısı büyüktür.
Larva Avcısı’ndaki bu bölümleri okurken insan düşünmeden edemiyor: Doğu toplumlarında okuma oranının düşüklüğünden dem vuruyoruz. Ki hem coğrafi hem de kültürel olarak Doğu’yla Batı arasında bir yere konumlanmış bizim de okuma meselesi yönüyle Doğu’ya yakın durduğumuz bir gerçek. Burada bir paradoks var. Okuma oranı düştükçe edebiyata yönelik baskı artıyor. Edebiyata en fazla anlam, edebiyatın en az ilgi gördüğü toplumlarda yükleniyor. Ya da edebiyatın kıymeti en iyi, onu düşman kabul edilenler tarafından biliniyor. Sıradan hayatlarımızı renklendirmek için kapaklarını araladığımız kitaplar geri kalmış toplumlarda korku unsuru kabul ediliyor. Oysa ara sıra haberlerde görüyoruz ki Sudan veya ona benzer bir yerlerde yine silahlı çatışma çıkmış, onlarca masum insan hayatını kaybetmiş. Ne tuhaftır, yazarı ve kitapları tehlikeli varlıklarmış gibi gören yönetimler, gencecik insanların elindeki silahlardan korku duymuyorlar. Demek ki bir toplumda ne denli az kitap satışı varsa o topluma o denli çok silah satılıyor.
Larva Avcısı’nın bir diğer yönü de dönüşüm izleği üzerine kurulu olması. Aslında en baştan itibaren roman, dönüşümden ziyade değişim izleğine yakın görünüyor. Harfaş hem statükoyu temsil eden polislik geçmişiyle hem de ampirik bakış açısıyla değişime hazırlanan bir karakter. Ne var ki yazarın postmodernlik takıntısı değişime izin vermiyor. Elbette tek engel bu değil. Statüko, pençelerini geçirdiği kurbanların özgürleşmesine izin vermiyor ve Harfaş’ın onca çabası, baskıcı toplumlardaki bireyselleşme çabalarının sonuçsuz kalmasını örneklemekten öte geçemiyor. Tabi değişimin girdiği kısır döngüye rağmen dönüşüm gerçekleşiyor: Avcının kurbana dönüşümü.
Bu dönüşüm romanda iki şekilde karşımıza çıkar. Harfaş emniyet teşkilatında çalıştığı sıralar, yazar ve okurların bir araya geldiği kahvelere onları takip etmek için uğrar; yazarlar hakkında tuttuğu raporları üstlerine bildirir. Kendisi bir yazar adayı olarak kahveye gelmeye başladığındaysa bu defa onun peşine polisler takılır. Harfaş artık, bir zamanlar peşine düştüğü vatan hainlerinden(!) biridir. Üstelik onu takip edip hakkında rapor tutanlar, bir zamanlar mesailerini paylaştıkları yakın arkadaşlarıdır. Diğer dönüşümse romanın üst kurmaca kısmını oluşturuyor. Harfaş’ın bir romanın nasıl yazılacağını öğrenmek amacıyla yazar A.T. ile buluşmaları, A.T.’nin son romanının konusu olur. Ki postmodern edebiyat açısından bu dönüşüm, kolay ve sonu tahmin edilebilir bir konu sayılabilir. Zaten Amir Tag’ın başarısı, postmodern anlayışta karşılaşılabilecek bir avcı-kurban dönüşümünü kendi kurgusunda yorumlanmasından kaynaklanmıyor. Asıl başarı, dönüşüm hikâyesinin arka planına yerleştirilmiş siyasi eleştiride yatıyor. Edebiyat üzerine baskı kurmak isteyen politikacılara şunu söylemek istiyor yazar: Yönetme gücünü elinde bulunduranlar, yazarların peşine düşmekle avcı pozisyonunda bulunuyorlar. Gelgelelim yetenekli bir yazar bu baskıyı nitelikli bir edebi ürünle anlattığında, Amir Tag’ın ifadesiyle o larvayı ergin bir böceğe dönüştürdüğünde, zamanın hükümranlığında dünün avcıları kurbanlara dönüşecektir. Zira zamanın mahkemesi geç kurulur ancak o mahkemenin verdiği hükümler daima adildir.
Larva Avcısı romanında o ergin böceğin aksamasına yol açan, eleştirebilecek hususlar elbette var. Mesela romanın iki bölümü Harfaş’ın okuduğu bir kitaptan oluşuyor. Yazar A.T.’nin Eva Benim Yatağımda Öldü romanından alınan bu bölümler mevcut haliyle, Larva Avcısı’nın hacmini arttırmak amacıyla konulmuş doldurma bir metin gibi duruyor. Söz konusu bölümlerin içeriği ya Harfaş’ın aktarımıyla genel kurgu içine yedirilmeliydi ya da alt metin geliştirilerek roman içinde bir başka roman şeklinde sunulmalıydı. Yine Harfaş’ın buluştuğu yazarın isminin A.T. olarak kodlanması, romanın sonundaki sürprizi ortadan kaldırıyor. Dikkatli bir okur daha romanın ilk bölümlerinde finali tahmin edebilecektir. Ama romanın yazarlık ve siyaset üzerine ele aldığı meseleleri çok değerli bulduğumdan, bu tür eksikliklere derinlemesine değinmeye gerek duymuyorum. Üstelik yazar, kaç kez okursak okuyalım kendi metnini layıkıyla anlayamayacağımız noktasında bizi, A.T.’nin sözcülüğünde uyarıyor:
“Zira edebi çevirinin metnin doğruluğuna ihanet olduğunu düşünüyorum. Edebiyatın yazıldığı dilde okunması gerekir.”
Yazar: Yavuz Ahmet
İlk yayımlandığı yer: Roman Kahramanları Ocak/şubat/Mart 2024
- Bu sorunun bir benzeriyle bir roman yazarı olarak zaman zaman ben de karşılaşıyorum. Bana yöneltilen soru kalıbı genelde şu şekilde: “Onca şey aklınıza nasıl geliyor?”
↩︎ - Bir diğer önerisi var ki o kısım, ne yalan söyleyeyim, ampirik tarafımı uyandırmadı değil: A.T. bazı romanlarını çıplak yazdığını söylüyor. Sanırım bu cümlenin sonuna smiley de koymam gerekiyordu. ↩︎
Bir yanıt yazın