Arap Edebiyatı

Savaşın Gölgesinde Bir Yol Hikâyesi: “Ölmek Zor İş”

Ali Bulunmaz

2011’de başlayan Suriye İç Savaşı, zaman zaman şiddetlenip zaman zaman hafifleyerek devam ediyor. O günden bugüne ülkesini terk etmek zorunda kalan ve her şeye rağmen Suriye’de yaşamayı sürdüren birçok insan var.

Dünyanın farklı noktalarında yaşayan çoğu insan için Suriye’de olup bitenler “uzakta” gibi görünse de meselenin bizzat içindekiler, hem savaşın yarattığı yıkımdan sıyrılmaya çalışıyor hem de tanıklığını bir şekilde aktarmaya uğraşıyor. Halep doğumlu ve 2013 Necib Mahfuz Kitap Ödülü sahibi Halid Halife de bu isimlerden biri.

Gençliğinden itibaren Suriye edebiyatında adından söz ettiren Halife, aynı zamanda politik çıkışlarıyla ve aktivistliğiyle de tanınıyor. Ülkesindeki yolsuzlukları yüksek sesle dile getirmesi ve 1982’de Hama’da yaşanan katliama karşı düzenlenen gösterilerde en ön saflarda yer alması, Halife’nin bilinirliğini artırdı. Kitaplarında bu olayların yanı sıra önce Hafız Esad’ın, daha sonra Beşşar Esad’ın Baas Partisi aracılığıyla toplumsal hareketlere ket vurup rejim muhaliflerini susturmasını, uyguladığı etnik kimlik ayrımcılığını ve sosyal hayata getirdiği kısıtlamaları işledi.

Halife, 2011’den itibaren ise Suriye İç Savaşı’nın siyasi, kültürel ve sosyal arka planına yönelik araştırmalar yaptı ve romanlarında bu konuya ağırlık verdi. Çok uzun zamandır Suriye’yi bir olağanüstü hâl anlayışıyla yöneten liderlerin bunu nasıl olağan hâle getirdiğini anlatırken 1960’lardan başlayarak iç savaşla ayyuka çıkan toplumsal ayrışmaları romanlarının merkezine yerleştirdi. Ruhsal ve sosyal çözümlemeleri ise hem Suriye’nin yakın tarihi hem de iç savaşın gölgesiyle paralel olarak sundu okura.

Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok’tan sonra, 2016’da kaleme aldığı Ölmek Zor İş, Mustafa İsmail Dönmez tarafından Türkçeye çevrildi.

Hayatta Kalanların Kıskandığı Bir Kurtuluş

Halife, Ölmek Zor İş’te yine Suriye İç Savaşı’nın gölgesinde bir hikâye anlatıyor. Yıkıntılar arasında babasının cenazesini Şam’dan köye götürmek üzere yola çıkan üç kardeşin başrolde olduğu bu hikâye hem ülkenin içinde bulunduğu durumla hem de bir vasiyetle yüzleştiriyor bizi.

“Normal” şartlar altında yaklaşık iki saat sürecek yolculuğun günlere yayıldığını ve zaman uzadıkça kardeşlerin kendileri ve memleketleriyle derin hesaplaşmalara giriştiğini görüyoruz.

Baba Abdullatif Salim, ölümünden kısa süre evvel evlatlarına doğduğu köy olan İnnabiye’ye, kız kardeşinin yanına defnedilmek istediğini söylüyor. Babasının son isteğini işiten Bülbül, her yerin ölülerle kaplı olduğu bir ülkede Şam’dan arabayla köye gitmenin ne kadar zor olacağını o anda ona söyleyemiyor elbette. “Hayatta kalanların kıskandığı bir kurtuluş yolu hâline gelen ölüm”ün, Suriye’de insanların nüfuz gösterisi yaptığı bir şenlik olmaktan çıktığının farkında Bülbül.

Annelerini daha önce kaybeden ve babalarının ölümüyle yeniden bir araya gelen Bülbül, Hüseyin ve Fatma, vasiyeti gerçekleştirmek için plan yapıyor. Herkesin birbirine yaşayan ölü gözüyle baktığı ve ölülerin yaşayanlara göre çok daha şanslı sayıldığı Suriye’de, Şam-İnnabiye yolculuğunun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorlar.

Cenazeyi arabanın koltuğuna yerleştiren kardeşlerden Bülbül, etrafa ve babasına bakarken “savaşın tuhaf olaylar türettiğini ve trajik hikâyeleri sıradanlaştırdığını” düşünüyor. Hüseyin de babasıyla uzun süreli küslüğünü ve geç kalmış barışmalarını… Annesinin ölümünden sonra aileyi bir arada tutmaya çalışan Fatma ise hem yolu hem de iki kardeşini izliyor.

Halife, hemen her ânında tedirginliğin ve tekinsizliğin hâkim olduğu yolculuğu, kardeşlerin ve ailenin geçmişinden parçalarla derinleştiriyor. Başarısız evlilikleri, anne-babayla ilişkileri ve kardeşler arası iletişimi, arka planda Suriye’nin yakın tarihinin bulunduğu geri dönüşler eşliğinde anlatıyor.

Babalarının istihbarat tarafından uzun süredir arandığını bilen üç kardeş, iç savaşın absürtlüklerinden biri olan “cenaze tutuklama”yla karşılaşıp babalarını defnedememe endişesi taşıyor. Henüz yolculuğun başında gözaltına alınmaları da absürtlüğe tuz biber ekiyor.

Tükenmenin Eşiğindeki Kardeşlik Bağları

Babalarının cenazesi âdeta bir felakete dönüşürken Bülbül, Hüseyin ve Fatma arasında hem geçmişten hem de durumun nezaketinden ötürü tartışmalar başlıyor. Örneğin Hüseyin, babasının dirisinin de en az ölüsü kadar “başlarına dert olduğunu” ve “hiçbir işe yaramadığını” söylüyor. Bülbül ise arabada, nezarethanede ve yolun geri kalanında vasiyeti sağ salim yerine getirebilmeyi düşünürken geçmişten anlar zihnini kurcalıyor: “Bülbül, aile bağlarının güçlü olduğunu göstermek için oğluna babasının adını vermişti. İşin aslı Bülbül’ün, oğluna babasının adını vermesi, onun yolundan gitme ve gölgesinde daha uzun yaşama çabasıydı. Babası saygı duyulan, idealist biriydi, hayallerini süsleyen geçmişin prensiplerini muhafaza ederek yaşardı. Kelime dağarcığı ve alışkanlıkları geçmişten kalmaydı. ‘Zarafet ve büyük değerler zamanı’ dediği altmışlı yıllar kuşağından olmakla övünür, o dönemin güzel zamanlar olduğunu eklerdi. Bülbül babasının sözcüklerini kullanırdı, özellikle bir şeyleri betimlerken ve değerlerden bahsederken. Hüseyin, soğuk bir tavırla altmışlı yıllara ait anlatılanların bir yanılsamadan ibaret olduğu ve bu yalana son verilmesi gerektiğini söyleyince babasının öfkeden girdiği histerik hâli hâlâ hatırlıyordu. Hüseyin ümmetin bütün yenilgilerinin o yıllarda yaşandığını da eklemişti. Babası o gün çok öfkelenmişti. İlk defa aile bireylerinden biri onun ağzından düşürmediği sözlerine itiraz ediyor, anılarını küçümsüyordu.”

İnsani dramların yanında, kavram kargaşasının da yaşandığı; devrim ve direnişin bulanıklaştığı iç savaştaki Suriye’de, babalarının son arzusunu yerine getirmek için yola koyulan Bülbül, Hüseyin ve Fatma’nın birbirine açık seçik yöneltmediği bir soru var: Babamızın cenazesi bizim için ne ifade ediyor? Bomba sesleri ve kendi sessizlikleri arasında net bir yanıtı olmayan bu sorunun yarattığı gelgitler, Halife’nin hem Abdullatif Salim’in hem de çocukların karakter çözümlemelerinin kolaylaştırıcısı hâline gelirken ailenin geçmişindeki gizli ve açık çalkantıların cesaretle dile getirilmesi için kapılar aralıyor. Başka bir deyişle zorlu ve tehlikelerle dolu yolculuktan bir aile hikâyesi de çıkıyor. Söz konusu hikâye ise Suriye’nin 1960’lardan günümüze uzanan; korku ve baskıyla şekillendirilmiş politik, kültürel ve sosyal tarihi, özellikle de baba Abdullatif Salim’in siyasi görüşleriyle birleşiyor. Dahası yolculuk, kardeşlerin babalarına dair bir sırrı öğrenmesini sağlıyor.

Yol boyunca derin düşüncelere dalan, tartışan, gözaltına alınıp bırakılan ve araçtaki ceset misali günden güne çürüyüp yok olan bir ülke gören Bülbül, Hüseyin ve Fatma, ölümün savaşta nasıl körleştiğini ve “kurbanlarının kim olduğuna bakmadığını” gözlemlerken bir başka hesaplaşmanın içinde buluyor kendini: “Hüseyin içinden geçenleri ailesine dile getirdiğinde pervasızlığının bedelini ödemişti. Bülbül ise saygı ve kutsal aile bağları yalanı içinde yaşamaya devam etmişti. Oysa babasının yüzüne söylemek istediği ne çok şey vardı içinde. O, evlatlarına karşı hep katı, öğrencilerine ve yabancılara karşı ise kibardı. Önemli olan onun dış dünyadaki imajıydı. İnsanların onun hakkında ne düşündüğü çok önemliydi. Onlar için ideal örnek olduğunu düşünüyordu. Çocuklarının zayıflıklarına saygı duymamıştı hiç. Oysa kız kardeşi Leyla’yı da alıp aile baskısından kurtulmak için bir yerlere kaçma yürekliliğini gösteremediğini aklına hiç getirmezdi. Kız kardeşi yanıp kül olana dek beklemişti. Sonra sessiz bir çığlık atarak İnnabiye’den ayrılmıştı. Şimdi de oraya gömülmek istiyordu.”

Savaşın açtıkları bir yana, ailenin kendi yaraları ve gecikmiş hesaplaşmaları, Halife’nin bizi çıkardığı yolculuğun önemli bir parçası. Annenin ve babanın çoğunlukla yalan üzerine kurulu ilişkisi, kardeşi Leyla’nın intiharının baba Abdullatif’te yarattığı boşluk ve geçmişin tortuları, yolculuğu daha sıkıntılı ve uzun kılıyor.

Vasiyeti yerine getirme amacında birleşerek yola koyulan, köye giderken türlü badireler atlatan ve babalarının cenazesi sayesinde hayatta kalan Hüseyin, Bülbül ve Fatma, her adımda neredeyse kardeşlik bağlarını tüketme noktasına geliyor.

Halife’nin Ölmek Zor İş’te anlattığı hikâye hem babalarıyla hem kendileriyle hem de ülkeleriyle sorunu bulunan üç kardeşi getiriyor karşımıza. Bülbül, Hüseyin ve Fatma, babaları Abdullatif Salim, anneleri ve halaları arasındaki problemlerin, hatta belli oranda yalanın yer aldığı ilişkileri, Suriye İç Savaşı’nın gölgesinde romanlaştırmış yazar. Geçmişin ve şimdinin muhasebesinin yapıldığı hikâyede yol ve yolculuk tüm yalanların, gerçeklerin ve söylenmeyenlerin ortalığa saçıldığı; ölümün her yerde kol gezdiği, yaşamanın ise hayli güçleştiği uzun bir süreç hâline geliyor.

Halid Halife, Ölmek Zor İş, Delidolu Yayınları, 2023, 156 s. Çeviren: Mustafa İsmail Dönmez.

sanatkritik.com / 4 Ağustos 2023

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir