BÜYÜLEYEMEYEN ‘KARA BÜYÜ’
Hamdi el-Gazzar’ın orijinal ismi Seher el-Esved olan romanı, Gizem Yücesoy tarafından Kara Büyü adıyla Türkçeye kazandırılmış. Tabi Kyrhos yayınevi, jenerikte kitabın orijinal isminin Black Megic olduğu bilgisini vermiş ki buradan anladığımız, elimizde tuttuğumuz çevirinin suyunun suyu bir örnek olduğu. Maalesef yayın dünyamızda, orijinal dili olan Fransızcadan değil de Arapçadan çevrilmiş Telemak’tan itibaren böyle yanlış bir çeviri anlayışı başlamış. Son zamanlara dek Japon edebiyatına ait birçok çevirinin Batı dillerinden yapılması başta olmak üzere, Kırmızı Kedi yayınevinden çıkmış Midak Sokağı gibi, çeviri metinler üzerinden yapılmış çeviriler var. Behçet Necatigil’in Almancadan çevirdiği Kör Baykuş hariç tutulmak kaydıyla –Okan Alay’ın, kitabın Farsça aslından yaptığı çeviriden çok çok üstün çünkü- bu tür suyunun suyu çevirilerin yazara ve esere zararları olduğu düşüncesindeyim. Gizem Yücesoy’un çevirisinde, araya girmiş İngilizce çeviri metin kadar çevirmenin acemiliği de eklenince, el-Gazzar’ın romancılığı hakkında neredeyse hiçbir şey söyleme imkânımız kalmıyor.1 Şayet kitap doğrudan Arapçadan çevrilmiş olsaydı, aynı eleştirileri yapmazdım. Bizde Batı dillerinden yapılan çevirilerde oldukça eskiye dayanan bir gelenek oluşmuş. Arap edebiyatından çevirideyse, Arapça eser denilince akla hala dini metinler geldiğinden henüz bir çeviri alışkanlığının oluştuğunu söylemek zor. Bu yüzden de metnin Türkçe halinde tutarsızlıklar görülebiliyor.
Önce yazarın ismiyle başlayalım. Kapağa göre Hamdy, jeneriğe göre Hamdi. Bu, yayınevinin profesyonel anlayışını gösteren bir detay. Ama aynı zamanda, çeviri metinlerde nasıl bir tutum sergilenmesi gerektiğini gösteriyor. Alfabe farklılığı, İngiliz tercümana ne oranda yazarın ismini İngilizce telaffuza göre kullanma imtiyazı tanır; daha da önemlisi, romancılığımızın başköşesinde Ahmet ‘Hamdi’ Tanpınar gibi bir isim dururken Türkçe çevirmenin Hamdi’yi Hamdy yapmasını sadece işgüzarlık mı yoksa kitap çevirdiği dilin imkânlarını bilmeyen bir çevirmenin cehaleti mi saymalıyız; açıkçası pek de emin değilim. Hadi İngiliz’in mecburiyeti vardır, Arapçadaki nispetliği ‘-y’ sesiyle göstermiştir. İyi de Türkçede zaten tarihî, şahsî, edebî, dinî gibi nispet eki almış sözcükleri karşılayan bir nispet ‘-î’si var. Hamdi’yi Hamdî yaz, olsun bitsin.
Bursa’da genç bir kardeşimiz “Khaled Hosseini’nin (Kalet Hossaini gibi kötü bir telaffuzla) hiç kitabını okudunuz mu?” diye sormuştu. “Evet, Halit Hüseyin’in iki kitabını okudum.” cevabını verdim. “Hayır, Halit Hüseyin’i değil Khaled Hosseini’i kastediyorum.” dedi. “Uçurtma Avcısı’nın yazarından söz etmiyor muyuz?” demem üzerine şaşırmıştı. Aslında bu örnekte genç kardeşimizin haklılık payı vardı. Sonuçta yazar İngilizce yazıyordu ve kitabın ilk baskısında kapakta ismi o şekildeydi. Sorun, muhtemelen yakın akrabaları arasında bile Halit ve Hasan isimli tanıdıkları olan bir Türk’ün telaffuzları İngilizceye göre yapmasıydı. Yücesoy’unsa Hamdî’yi Hamdy yapma hakkı yok. Zira kitabın ilk baskısı Arapça yapılmış ve İngilizceden çeviri yapıyor olmak, Yücesoy’a böyle bir imtiyaz tanımamalı.
Gelelim çevirinin metin kısmına.
Romanın mekânı Kahire. Bir yerde anlatıcımız Nasır, Downtown’a gidiyor. Belli ki İngiliz çevirmen, Arapçadaki medinetü’l-merkez ya da medine el-merkez şeklindeki, yön levhalarında tamlamanın Türkçe halini de gördüğümüz şehir merkezini Downtown olarak tercüme etmiş. Yücesoy kalkmış, Kahire’nin merkezine Downtown adında bir muhit yerleştirmiş. Şayet gerçekten böyle bir yer varsa ve ben çevirmenin günahını boşuna alıyorsam, onun vebali de bizi gördüklerinde, Osmanlı yönetiminde kalmış olmanın tepkiselliğiyle halis Arap milliyetçisi kesilen Mısırlıların boynuna. Yine kitapta “zemin kattaki apartmanda yaşayan” örneğinde olduğu gibi, apartman sözcüğünün daire karşılığında kullanıldığını görüyoruz. Geçmişte Fransız ve İngiliz işgalinin etkisiyle Mısır Arapçasında böyle bir kullanımın olup olmadığını bilmiyorum. Evet, İngilizler apartman sözcüğünü daire anlamında kullanırlar. Ama Türkçede böyle bir kullanım yok. Anlatıcımızın cinsel tutku anlarını anlatırken kasık yerine karın, kızdığı birisine ördek yerine Duck demesi; aynı paragrafta farklı zaman çekimlerinin olması,2 “İkinci kapıya yakın ikinci katta…” veya “Düzenli olarak Cuma günleri ayda bir kere…” örneklerindeki gibi ne denilmek istendiği belirsiz ifadeler kullanılması… Bunlara benzer daha birçok problemli kısım olduğundan çeviri meselesini uzatmak istemiyorum. Sadece, yedi yaşından bu yana otuz altı yıldır kitaplarla iç içe birisi olmama rağmen, ne anlatılmak istendiğini kaç gündür bir türlü anlayamadığım aşağıdaki paragrafı eklemeden edemeyeceğim. Bir zekâ sahibi anlayabilirse lütfen bana da ulaşıp söylesin; büyük sevaba girer:
“Bana öyle geldi ki piyasada olmayan ve (tükenmekte olan) geleneksel görünümlü insanlar tarafından beğenilen “pahalı” çeşitlerli3 üst tabakadaki kız ve erkek çocuklar tarafından tercih edilen lüks, hafif çeşitlerle değiştirerek sevgili mevhumunun içinde büyük değişiklikler yapmaya çalışıyordu ancak bu sadık kaldığı piyasa dışı tarzını kadınlardaki zevkinde değiştiremedi.”
Tabi tüm bu söylediklerimin Hamdi el-Gazzar ile hiçbir ilişkisi yok. Yazarların, hâkim olmadıkları bir dile yapılmış çevirilerde çevirmenin insaflı ve yeteneklisine düşmeyi dilemek dışında seçim şansları yok maalesef.
Kara Büyü, otuz yedi bölümden oluşmasına rağmen kısa hacimli bir kitap. Türkçe çevirisi yüz otuz sekiz sayfadan ibaret. Aynı zamanda anlatıcımız da olan Nasır; otuz yaşında, Mısır devlet televizyonunda çalışan bir kameraman. Çekime gittiği resmi toplantılardan birisinde objektifine Fatin adında, ellili yaşlarda, bir kız çocuğu olan dul bir kadın takılıyor. Sonrasında ikili arasında cinsel tutkuların ağır bastığı bir ilişki başlıyor, zaman geçtikçe ve birbirlerine alıştıkça tutkuların yerini kıskançlıklar ve iğrenmeler alıyor.
Belli ki el-Gazzar’ın, gücünü zaman zaman Arap şiirselliğinden alan, uzun cümlelerle kurulu güçlü ve hoş bir dili var. Fakat Google Translate kokulu çeviri yüzünden bu üslup birçok yerde sekteye uğruyor. Haliyle Kara Büyü’nün son bölümlerindeki sağlam tespit cümlelerini, biraz da Yücesoy’un kendi acemiliklerini atmaya başlamasına yorumlayabiliriz. “Bu vahşiler yalnızca ölümü ister ve onlar gürültü çıkarmadan, diğerlerini rahatsız etmeden ona teslim olurlar.” veya “Seni tanımıyorum ve tek yaptığım kendimi reddetmek. Yeryüzü burada güzelliği arayan birini yutabilir mi! Güzellik, âşığın aşkına olan sevgisine hakaretidir.” bu tür örneklerden. Yine de Kara Büyü, gerek teknik bakımdan gerekse yazarın tutarsız kurgu seçimi yüzünden sorunlu bir roman.
Kitap, Necip Mahfuz romanlarından Mısır romanına aşina bir okura vaatler sunan bir açılışla başlıyor. Dairesinde yalnız başına yaşayan Nasır, sokağın karşısındaki eski binanın önünde bir bankta oturan ve kefen diken Reyhani, üç kız kardeşini hemen her akşam döven Cuma… Uzun sayılabilecek bu girişle beraber aklımıza Midak Sokağı’nın Kamil Amcası, Abbas’ı, İbrahim Faraj’ı, Kirşa’sı kendiliğinden geliyor. Oysa el-Gazzar, kurguyu bu merkezde yürütmekten vazgeçip devlet televizyonundaki bir kameramanın sorunlarına geçiyor. Derken sorunlar da orada kalıyor, Nasır-Fatin ilişkisi ilerlemeye başlıyor. Elbette yazarın yan kurgularla ana kurguyu zenginleştirmesi, karakterleri derinleştirmesi roman türünün bir gerekliliğidir. Öte yandan, madem Nasır-Fatin ilişkisinde Reyhani’nin hiçbir belirleyiciliği yoktur, kurgunun devamında “Reyhani dükkânı kapamış” gibi birkaç öylesine cümleyle metinde yer alacaktır; neden uzun sayılabilecek giriş kısmı Reyhani’ye ayrılmıştır? Veya Nasır’ın mesleğinin icrasıyla ilgili sistem eleştirisine göz kırpan sorunları güçlü bir biçimde parlayıp Reyhani’yi ve Cuma’yı gölgede bırakmışken neden ansızın söndürülmüştür? Ya da Fatin’le Nasır’ın ilişkisinde bir anda iğrenme aşamasına nasıl geçilmiştir?
Aslında ben benzer tercihlere başka Arap romanlarında da karşılaştım. Sanki yazar, kahramanları ortak olsa da birbirinden bağımsız hikâyeleri birleştirip ortaya roman formu çıkardığını iddia ediyor. On dokuzuncu yüzyılın tefrika romancılarında bu tercih anlaşılabilir bir durumdur. Yazılanın gazete aracılığıyla hemen okura sunulduğu yayın anlayışında, kurguda tıkanmayı telafi etmek ya da daha fazla telif almak için yazarlar, kurgunun akışını bazen gereksiz ayrıntılarla bozmuşlardır. Fakat artık türün kendi sağlam zeminine yerleştiği yirminci yüzyıldan itibaren, aynı metodun takip edilmesi akla, -biraz da romanın ilgi çeken bir tür olması nedeniyle- romancılık yeteneği olmayan bazı hikâye yazarlarının romanı zorladıkları ihtimalini getiriyor. Tabi kimi Arap romanlarındaki bu tercih zengin makame geleneğinin etkisiyle de olabilir ve Abdurrahman Münif, Necip Mahfuz makame tekniğinden kendilerini kurtarabildikleri için büyük romancı olmayı başarabilmişlerdir.
Gerçi ben Kara Büyü’yü Doğu romanları üzerine yaptığım okumalara dâhil ettim. Fakat Kara Büyü’nün, Arap romancılığına dâhil edilemeyeceği kanaatindeyim. Evet; kitabın orijinal dili Arapça, olayların geçtiği mekân Kahire, Fatin’le ilişkilerini Kuran’daki Yusuf ile Züleyha hikâyesiyle kıyaslayan anlatıcımız Nasir Müslüman, yazarımızın ismi Hamdî el-Gezzar… Böyleyken atmosferin Kahire atmosferiyle çok da bir ilgisi yok. İsimler başka bir dile çevrilse, Fatin’in kenarında arabasını sürdüğü Nil yerine başka bir nehir yazılsa çok da bir şey değişmeyecek. Belki de el-Gazzar’ın asıl üzerinde durmak istediği de bu: Sırtımıza Müslüman ve Doğulu bir gömlek geçirmiş olsak da içimiz çoktan Batılı bir modernist olmuş. Tuhaf olan şu ki biz bu iki yüzlüğü, yine Batı’dan getirilmiş olan dijital kameralar aracılığıyla görebiliyoruz. Kara Büyü’de bir şeyhe bağlı müritlerin zikir ayinlerinin kamera tarafından çekildiği bölümü, el-Gazzar’ın özellikle bu niyetle koyduğunu düşünüyorum: İnsanlar vecd halinde şeyhin önünde zikir çekerler, onların bu coşkunluğuna Nasir de kapılmıştır, birden kamerayı şeyhin yüzüne zum yapar ve onun çiçek bozuğu çirkin yüzünü monitörde görünce tüm sihir bozulur. Ki kitap da adını buradan alır. Zira asıl sihir, gerçekleri tüm çıplaklığıyla gösteren o kara kutudur.
Ben Kara Büyü’de üç farklı romandan etkiler buldum. Baştaki Reyhani girişi ve sondaki kadın cinayeti hayali, -hacmi ince her iki romanda da kahraman anlatıcı tercihi gibi çok üzerinde durulmayacak başka benzerlikler olsa da- Kör Baykuş’un afyonkeşinden fazlasıyla esintiler barındırıyor. Tabi Kör Baykuş, afyon sarhoşluğuyla hayal âleminin dehlizlerinde sarmal bir biçimde derinleşen bir kurguyken Kara Büyü, otuz beşinci bölümdeki rüya sürprizine rağmen gerçekçi sayılabilecek bir hikâyeye sahip. Bir diğer esinti, Midak Sokağı’ndan. Kara Büyü, Kahire’nin kenar mahallelerindeki bir sokağı, o sokağın sakinleri olan Reyhani ve Cuma’yı anlatırken Midak Sokağı’na selam duruyor. Etkinin sadece bir selam durmadan ibaret kalıp başka mecralara kaymasıyla da keşke biraz daha sürseydi demekten kendimizi alamıyoruz. Hamdî el-Gazzar’ın kendisi de medya sektöründe çalışan birisi. İlk romanını yazmış bir yazar olarak Nobel Ödüllü Necip Mahfuz’dan bilinçli bir şekilde yararlanmış olması anlaşılabilir bir durum. Üçüncü esintiyse Camus’nün Yabancı’sı. Sanki Nasır, Meursault’un öldürdüğü Arap’ın romanını yazmaya karar vermiş. Camus’nün katili olduğu Arap küçük çaplı bir mafya mensubuyken; el-Gezzar, Nasır karakterini tıpkı Meursault gibi modernist bir yabancılaşmanın eline bırakmış. Aralarındaki fark, Meursault cinayet işlerken Nasır’ın cinayeti en fazla hayal edebilmesi.
Türkçeye henüz tek bir kitabı çevrilmiş olduğundan el-Gezzar’ın genel romancılığı ve Arap romancılığındaki yeri hakkında analizler yapma cüretinde bulunmayacağım. Yine de yazarın ilk romanı olmasının getirdiği acemilikleri barındırması, Türkçeye kötü bir çevirisinin yapılması gibi birtakım etkenlere rağmen el-Gezzar’ın kimi ayrıntıları yakalamaktaki yeteneğini, şiirselliğini ve samimiyetini olumlu buluyorum. Ama Kara Büyü’yü mevcut çeviri düzeltilmedikçe başkalarına tavsiye etmem. Çünkü o vakit Hamdî el-Gazzar’a haksızlık etmiş olacağım.
Yazar: Yavuz Ahmet
İlk yayımlandığı yer: Kayıp Kayıt
- Aslında Doğu romanları üzerine yazdığım yazılarda, çeviri meselesine çok yoğunlaşmıyorum. Nihayetinde çeviri üzerine yazı yazabilmek için kitabın özgün dilini bilmek gerekiyor. Fakat kendi dilime hâkim olduğumdan ve Kara Büyü’de kullanılan kötü Türkçe de okuru metinden uzaklaştırdığından, yazarın hakkını korumak düşüncesiyle çeviriye değiniyorum.
↩︎ - Aslında cümle bağlamında bile zaman çekimlerinin ve çatılarının sorunlu olduğu örnekler var. Mesela: “Öyle bir mercek ki; sonsuz akışta kaybolacak, tek ve eşi benzeri olmayan o anı sahiplenerek yakaladığı sahnelerde geçen zamana karşı gerçek bir direnç kazandırıyordu.” Cümlede kaybolacak, sahiplenerek, kazandırıyordu bir araya gelince; ‘tek’ ile ‘eşi benzeri olmayan’ın aynı anlama geldiğini bile kaçırıyor insan. ↩︎
- Hayır, benden kaynaklı bir dizgi hatası yok; çeviri metinde, Türkçede olmayan böyle bir sözcük yer alıyor. ↩︎
Bir yanıt yazın